Görür görmez bağırdık arkasından “Pascaaaal”. Bize döndü ve ağzından çıkan ilk kelime “Kardeşlerim gelmiş” oldu. Nasıl bir insansın sen be Pascal. Prekazi’nin hatırı olmasa o dakika bırakırım Galatasaray’ı. Hagi de cep telefonunu kaybedince “Hırsızlar!” diye bağırmıştı bize.
Belki iki saat içtik Pascal’la, lafladık, lafladıkça açıldı. Ahmet Dursun’dan, endüstriyel futbola, Çek Cumhuriyeti maçında hüngür hüngür ağlamasından, kızını kazara Galatasaray lisesine yazdırıp, akabinde hemen aldırmasına kadar bir sürü şey anlattı. Yok böyle gerçek bir insan. Üstüne bir de masada içilen bütün içkilerin hesabını ödedi. Galatasaraylı olduğumu söylediğimde de Burak Elmas ile yaptığı görüşmeyi anlattı.
Beşiktaş’a ikinci gelişinden önce Monako’da buluşmuşlar. “Çağırdılar, gittim, ayıp olmasın” dedi. Burak Elmas içi para dolu çantayı açmış, önüne koymuş.
B.Elmas: “Bak sana bir çanta dolusu para getirdim, at şu imzayı”
Pascal: “Abi beni Beşiktaş şimdi çağırsın ve öğlen akşam sadece kebap veriyoruz desin, imzalarım. Siz dünyayı verseniz gelmem, gelemem. Galatasaray’da oynarsam, nasıl bakarım ben Çarşı’nın yüzüne? Nasıl girerim Kazan’dan içeri?”
Benim için Galatasaray’da oynamış kadar oldun Pascal. Topa vurmasan da olur.