25 Haziran 2008 Çarşamba

Pascal bizi diskoya götürdü.


Fransa’ya gidip sokakta Pascal’a rastlamanın karşılığı, Kızıldeniz’e dalmaya gittiğinde Musa’nın Kızıldeniz’i ikiye ayırması gibi bir şey herhalde. Koskaca memlekette bizim biralandığımız barın önünden geçeceği tutmuş adamın. Geçip gitmesine izin verir miyiz!

Görür görmez bağırdık arkasından “Pascaaaal”. Bize döndü ve ağzından çıkan ilk kelime “Kardeşlerim gelmiş” oldu. Nasıl bir insansın sen be Pascal. Prekazi’nin hatırı olmasa o dakika bırakırım Galatasaray’ı. Hagi de cep telefonunu kaybedince “Hırsızlar!” diye bağırmıştı bize.

Belki iki saat içtik Pascal’la, lafladık, lafladıkça açıldı. Ahmet Dursun’dan, endüstriyel futbola, Çek Cumhuriyeti maçında hüngür hüngür ağlamasından, kızını kazara Galatasaray lisesine yazdırıp, akabinde hemen aldırmasına kadar bir sürü şey anlattı. Yok böyle gerçek bir insan. Üstüne bir de masada içilen bütün içkilerin hesabını ödedi. Galatasaraylı olduğumu söylediğimde de Burak Elmas ile yaptığı görüşmeyi anlattı.

Beşiktaş’a ikinci gelişinden önce Monako’da buluşmuşlar. “Çağırdılar, gittim, ayıp olmasın” dedi. Burak Elmas içi para dolu çantayı açmış, önüne koymuş.

B.Elmas: “Bak sana bir çanta dolusu para getirdim, at şu imzayı”

Pascal: “Abi beni Beşiktaş şimdi çağırsın ve öğlen akşam sadece kebap veriyoruz desin, imzalarım. Siz dünyayı verseniz gelmem, gelemem. Galatasaray’da oynarsam, nasıl bakarım ben Çarşı’nın yüzüne? Nasıl girerim Kazan’dan içeri?”

Benim için Galatasaray’da oynamış kadar oldun Pascal. Topa vurmasan da olur.

24 Haziran 2008 Salı

“Distorşınımla oynarsan, kafana tekmeyi yersin” 20.05.08 Peyote - Winona Riders


Dürüst olalım pek akıllı bir topluluk değiliz. Buna kendimi de dahil ediyorum. Kişi başına düşen gayri safi milli akıl düşük olsa da ben pırlanta gibiyim demek olmaz. Kolektif salaklığımızdan herkes payını alsın, nasiplensin. Mesela geçen akşam Peyote’de çalarken, vokalist/gitarist kardeşim Ali’nin distorşınına basıp kaçan insan evladına kim akıllı diyebilir?
Bu kadar hıyar bir espri anlayışına sahip birinin, Woody Allen’ın oğlu olma ihtimali nedir?

O sıcakta, birçok alkollü içeceğin dezavantajıyla, üç kişiye çalmaya çalışıyoruz. Sen napıyorsun, distorşın pedalına basıp kaçıyorsun. Komik mi? Değil. Kızar mıyım? Evet çok. Hatta kendi kendime sinirlenmekle kalmaz, kafanda baget kırar, o küçük İzmirli burnuna da tekme atarım. Hayvanlık mı bu yaptığım? Cahil olma. Her akıllı insanın her aptal insanın kafasına tekme atma hakkı mevcuttur. İnsan Hakları Beyannamesi’ni okuyan herkes bunu bilir.

Kafada kırılan bagetler ve atılan tekmeler dışında konser kötüydü. Normalde zaten kötü çalarız ama bu sefer cidden kötüydük. Uzun zamandır çalmamış olmanın verdiği hamlık, alkolle birleşince ortaya iyi bir şey çıkmasını beklemek saflık olurdu zaten. Sonuç olarak ya daha çok çalışmalıyız ve alkolü azaltmalıyız, ya da alkolü artırıp hiç çalmamalıyız. Bu saatten sonra ben oyumu alkolü artırmadan yana kullanıyorum.

23 Haziran 2008 Pazartesi

Afrika açlıktan kırılmış, sen Grand Prix peşinde koş.











Cannes’a gittik, gördük, işleri gıptayla izledik. Emeği ve yeteneği takdir ettik, harcanan paraya özendik. Aaa bu bizim şey işine benziyor diyenler oldu, güldük. Hakkımızı yedi ibneler diyenler oldu, görmezden geldik. Erovizyon gibi abi, birbirini kolluyor komşu ülkeler diyenler bile oldu, onlar adına utandık. İyisiyle kötüsüyle bir Cannes daha geride kaldı. DDB ve DDB&Co toplamda 3 finalist çıkardı. Sevgili art direktörüm Levent "The Tit Master" ile yaptığımız Amnesty bannerı, cyber dalında finalist oldu. Gönül ister bir altın alalım, gümüş alalım ama çıta çok yüksek, beceremedik. Finalist de karnımızı doyurur, evde çorba kaynatır.

DDB Güney Afrika Energizer kampanyasıyla Press dalında Grand Prix’i kaldırdı. İyi iş, güzel iş ama sanki daha iyileri vardı, jüri biraz kolpalık yaptı. Ben olsam TBWA Paris’in Henkel işlerine verirdim. Erik’e yaranmaya çalışırdım. Bakın kararınızı verin. Erik’in hakkı yendi diyenler “Büyüksün Abi” yazıp 7000’e, yok Erik hak etmemiş diyenler “Afrikaya bir tas çorba da benden” yazıp 8000’e yollasın. Oylamanın sonucunu dakika dakika buradan izleyebilirsiniz.



not: İki kampanyadan da birer örnek ilan koydum. devamını görmek isteyenler için: http://www.canneslions.com/

12 Haziran 2008 Perşembe

Yazık ettin kendine Phil, yazık ettin.





Phil Spector dediğin adam, Ramones’lara tabanca çekip, albümün (End Of The Century) nasıl olması gerektiğini silah zoruyla anlatan manyağın teki. Sabaha kadar tutmuş adamları bir odada. Dee Dee Ramone, o dönemden bahsederken, hayatta en nefret ettiğim şarkı “Baby I love you” der Please Kill Me isimli kitapta. Gel gör ki o şarkıyı Phil Spector kaydetmiştir ve Ramones’un hit olan ender şarkılarından biridir. Öyle işte, Phil büyük adamdır, yaşlanmasa daha iyi olurmuş. Şimdi hapiste, cinayetten yatıyor, o ayrı hikaye.

Alice Cooper’ı pek bilmem, dinlemiş sayılmam. Yaş nedeniyle kaçırdım hard rock dönemini. Ama bir yerlerde okumuştum, Mr.Cooper biraya yılda 50.000 dolar harcıyormuş. Biranın tanesi 3 dolar olsa, yılda 16.000’den fazla bira eder. Günde yaklaşık 43 biradan bahsediyoruz burada. Bu kadar içebilen bir adamın yaşlanmaya hakkı yok.

Fotoları bir sitede gördüm, aldım, kullandım. Alice Cooper kime benziyor, Phil Spector’ın ruh ikizi kimdir diyecek zamanım yok.

11 Haziran 2008 Çarşamba

İnceyim, seksiyim ve tertemiz bir kalbim var.


Şişmanları bazı istisnalar dışında pek sevmem. Güvenilir bulmam. Her an bir şeyi yemeye hazır olmaları beni tedirgin eder. Ayrıca şişmanlar komik, eğlenceli, sevimli ve iyi insanlar olur klişesine hiç inanmam. Bir sürü sevimsiz, sıkıcı ve kötü kalpli şişman gördüm. Mesela Star Wars’dan Jabba, Goliath, Dune’dan Baron Vladimir Harkonnen, Henry IV, Bond’un rakibi Goldfinger, Meat Loaf(kendisini sevmediğim için listeye aldım, yoksa bir kötülüğüne şahit değilim), Austen Powers’tan Fat Bastard, Soprano’nun kardeşi Janice Soprano, South Park’taki Şeytan...

Birkaç örnek saymış olsam da filmlerde, kitaplarda genelde tam tersi olur. Kötü karakterler zayıf, ince ve atletik gösterilir. Bunun nedeni basit. Kötü adama sempati duymamız isteniyor. Adam zaten kötü, bir de çirkin olsa, iyice tiksiniriz değil mi? İzleyici ya da okuyucu arada kalmalı ki draması çıksın. Koyayım böyle dramaya. Kötü adama karizma yapalım derken kötü kalpli şişkoları unutuyorsunuz. Bir iki tane ince ve seksi kötü adamla da kalmıyorlar. Mesela vampir ırkı toptan zayıftır. Adamı da kadını da çok güzeldir. Parti yapsalar gitmek ister insan. Keşke sosyal çevremde bir iki vampir olsa diye düşünürsünüz izlerken
. O kadar yalan bir dünya, bu vampir dünyası. Bir tane şişko vampir yoktur. Saçma.

10 Haziran 2008 Salı

Kütüğümü Rotterdam’a aldırıyorum.





Hollanda Milli Takımı boş durmamış, karizmaya karizma eklemiş. Fotoğraflar Diesel’in fotocusu Mr.Olaf’a ait. Baktıkça bakası geliyor insanın. Güzel görünmesinin yanında, fikir olarak da şahane. Total futbolun isim babası Hollanda’ya “300” cuk diye oturmuş. Yunan Milli takımına tarihi nedenlerden ötürü daha çok yakışırdı sanki ama komşu pek reklam meraklısı değil. Zaten neye meraklılar, onu da bilmiyorum. Bizim kolektif başarısızlığımızın hemen yanında olmanın verdiği psikolojik rahatlıkla, hiçbir konuda ekstra çaba sarfetmiyorlar.

4 Haziran 2008 Çarşamba

Akıllı ol Benfica, senden büyük Allah var.

Benfica’nın stadını görünce, bizim Ali Sami Yen’i düşündüm, sonra hemen düşünmekten vazgeçtim, canım sıkıldı. En manyak atmosferi olan Şükrü Saraçoğlu bile Estadio da Luz’un yanında Türk Telekom’un spor salonu gibi kalıyor. Birbirimizi yiyoruz burada. Yok ben aslan getirdim, gezdirdim, yok efendim Kop hayran olmuş Çarşı’ya... Ağzına ağzına vurmak lazım böyle konuşan adamların.

Herifler, stadın ortasına şeytan koymuşlar lan. Var mı ötesi? Adım Zidane olsa, bir düşünürüm sahaya çıkmadan önce. Siz hala üçlü çekin, konfeti atın. Ali Sami Hellmiş... Hadi oradan! Manyas Kuş Cenneti bile daha tehlikeli görünüyor.